Panik bozukluk tekrarlayan panik ataklarla seyreden ve yaygın görülen bir ruh sağlığı sorunudur. Tipik olarak bir panik atağı aniden ortaya çıkarak çeşitli bedensel belirtilere ve genellikle yoğun bir kaygıya yol açar. Bu belirtilerin çeşidi, sayısı ve yoğunluğu kişiden kişiye değişmekle birlikte çarpıntı, nefes alma güçlüğü, boğulma hissi, terleme, titreme, sersemlik hali sık görülür. Bu fiziksel belirtiler sebebiyle panik atak yaşayan kişilerin acil servise ve/veya ciddi bir rahatsızlığı olduğunu düşünerek diğer tıp bölümlerine(örn. kardiyolojiye) başvurması yaygın görülen bir tablodur. Bazen, kişi kendisine ya da çevreye yabancılaşmış hissedebilir. Atak esnasında pek çok kişide delireceği, kalp krizi geçirdiği, bayılmak üzere olduğu yönünde düşünceler görülür ki bu bilişler de yaşanan kaygının ve belirtilerin artmasına yol açar. Çoğunlukla 10-15 dakika süren bu ataklar kişide ‘ya yeni bir atak olursa’ korkusunun yerleşmesi ile sonuçlanır ve buna beklenti anksiyetesi adı verilir.
Panik ataklar ortaya çıkış şekline göre alt kümelere ayrılabilir. Hemen her zaman belli bir tetikleyici durum ya da uyaran karşısında ortaya çıkan panik ataklarına ‘durumsal panik atak’ denir. Belli bazı durumlarda ortaya çıkma olasılığı yüksek ancak mutlak olmayan ataklara ‘durumsal yatkınlık gösteren panik atak’ denir. Eğer panik atağın ortaya çıkışı belirli bir tetikleyiciden bağımsız ise buna da ‘beklenmedik’ panik atağı adı verilmektedir. Bazen gece uykusu esnasında ortaya çıkan panik ataklar (nokturnal panik atak) görülebilir. Bu ataklar yoğun bir huzursuzluk ile birlikte tekrar uykuya dalmada güçlüğe yol açabilir. Gece görülen bu atakların gün içerisinde ortaya çıkan panik ataklara göre sıklığı daha azdır.
Panik bozukluk, bu rahatsızlığa sahip bireylerin hayatlarını pek çok alanda olumsuz etkileyerek yaşam kalitesinin ve işlevselliğin düşmesine yol açmaktadır. Özellikle beklenmedik panik atakların önceden tahmin edilememesi kaygının şiddetlenmesi ve genellenmesi ile sonuçlanabilmektedir. Pek çok panik atak hastasında güvenlik davranışları (önlemler ve kaçınmalar) görülür. Örneğin bu kişiler yardım alamayacakları ve/veya kaçamayacakları durumlara girmek istemez, girseler bile yoğun bir endişe ile buna katlanmaya çalışırlar. Kalabalık yerlere girmeme, toplu taşıma araçları kullanmama, yalnız gezmeme, kapı ve çıkışlara yakın oturma, köprü ya da tünelden geçmeme gibi güvenlik davranışları yaygın görülür. Kişiye anlık bir güvenlik hissi sağlasa da uzun vadede bu davranışlar kaygıyı daha fazla besler ve tablo ağırlaştığında kişinin tümüyle eve kapanması ile dahi sonuçlanabilir.
Ayrıca uzun süren kaygı ve kısıtlanmalar mesleki ve sosyal kayıplara, depresif bir tablonun yerleşmesine ve/veya baş etmek adına başvurulan alkol-madde kullanımıyla ilgili sorunlarına da yol açabilmektedir.
Panik bozukluğun gelişiminde biyolojik faktörler ve çevresel faktörler rol oynayabilmektedir. Çok baskın olmamakla birlikte kalıtımın rolünden de söz edilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde maruz kalınan olumsuz olaylar (ebeveyn ölümü, terk edilme, istismar vb.) ile yaşam içinde karşılaşılan stresler(kayıp, hastalık, ayrılık, önemli değişiklikler vb.) panik bozukluğu tetikleyebilir.
Panik Bozukluk çok yönlü bir tedavi sürecinde ele alınabilir. Bu yönlerden birini psikoterapi diğerini ilaç tedavileri oluşturmakta, sıklıkla her ikisi bir arada uygulanmaktadır. Tedavide amaç, hastanın bilgilendirilmesi, belirtilerin iyileştirilmesi/minimalize edilmesi, işlevselliğin geri kazanılması ve tekrarın önlenmesidir. Bunun için özellikle psikoterapi sürecinde kaygıyı tetikleyen çarpık bilişler yeniden çerçevelenir, kişinin bedensel belirti ve kaygı için duyarsızlaştırılmasına odaklanılır, gevşeme egzersizleri öğretilir ve uyumlu olmayan güvenlik davranışlarının (kaçınmaların) üzerine gidilir.