Yunan mitolojisinde bir kahin, Irmak Tanrısının oğlu olan Narkissos’un kendi yüzünü görmediği müddetçe yaşayacağını rivayet eder. Ancak bir gün Narkissos sudaki yansımasını görür ve ona aşık olur. Yansımanın kendisi olduğunu bilmeden aşkından eriyip biten Narkissos ona dokunabilmek için eğildiği suya düşerek boğulur. Rivayete göre de burada kök salarak bugün bildiğimiz Nergis çiçeğine hayat verir.
Mitolojide geçen bu hikaye kişinin kendine hayranlığının vurucu bir örneğidir ve Narsisizm kavramı adını bu hikayeden alır. ‘Narsisistik Kişilik Bozukluğu’nu ise literatüre kazandıran ünlü kuramcı Kohut ‘tur.
Narsistik kişiler genellikle kendinden emin, mesafeli, çevreye duyarsız tutumları ile dikkat çekerler. Bu kişiler bir şey talep ettiklerinde, başkalarının bundan zarar görme ihtimaline rağmen istediklerini elde etmeye çalışırlar. Kendilerince bu çabalarında da haklılardır çünkü diğer insanlardan ayrıcalıklı olduklarını düşünürler. Bu nedenle başkalarını manipüle etmekten, özel ilgi talep etmekten çekinmez ya da kurallara uymada gönülsüz davranabilirler. Sonsuz bir ilgi, beğeni, özel davranılma ihtiyaçları var gibidir. Ancak tüm bu tutumlar narsistik bireylerin sağlıklı ve istikrarlı ilişkiler sürdürmesini zorlaştırmakta ve onları tanıdık ‘yalnız alan’a itebilmektedir.
Kendine güven, korunma, başarılı ve değerli hissetme hepimizin ortak ihtiyacıdır ve bu ihtiyaçların yeterince karşılanmaması sağlıklı bireylerde de sıkıntı yaratır. Dolayısı ile bir boyut üzerinde düşünürsek narsisizm bir dereceye kadar normal ve işlevseldir. Oysa patolojik narsisizmde bu ihtiyaçlara duyulan açlık hem çok daha fazla ve süreğendir hem de kişi için uyum bozucudur.
Narsisizmin izleri erken çocukluk dönemine dayanır. Bu dönemde temel duygusal ihtiyaçların sağlıklı bir şekilde karşılanmaması veya bazen de aşırı doyurulması narsistik çekirdeğin gelişiminde oldukça belirleyicidir. Narsistik bireylerin öykülerinde istismara da sıkça rastlanır. İstismar fiziksel, cinsel ya da duygusal boyutta gerçekleşmiş olabilir. Hangi boyutta olursa olsun istismar yaşantısı çocukta temel bir değersizlik ve kusurluluk duygusunun yerleşmesine yol açar.
Narsistik bireyler temelde yalnız bir çocukluk geçirmişlerdir ve o ihtişamlı özgüvenlerinin altında değersizlik hisleri ile çevrili oldukça kırılgan bir yapı vardır. Ve ne zaman ki bir durum (eleştiri, reddedilme, başarısızlık vb.) bu yapıyı tetiklerse o noktada yoğun bir öfke patlaması ve hatta depresyon ortaya çıkabilir. Çocukluk döneminde gerçek bir sevgi ve yakınlık yerine koşullara bağlı bir ilgi gösterilmesi, çocuğun temelde değersiz hissetmesine yol açar. Bu koşullar genelde ebeveynin kendi ihtiyaç ve taleplerinin (örn. başarı, güzellik vb.) yerine getirilmesi ile ilgilidir. Ama bu yüksek standartlar çocuğu zorlar ve başarısız olduğunda ailesi tarafından çocuğa yapılan duygusal yatırım geri çekilir.
Aşırı izin verici aile tutumları da narsisizmin gelişiminde oldukça belirleyicidir. Sınır konmayan çocuk, kendini, her istediğini yapmakta özgür ve dahası buna hakkı olan ‘özel’ biri olarak görmeye başlar. Karşıdakinin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurması gerektiğini öğrenemediğinden empati becerisi gelişemez. Ne olursa olsun istediğini almaya çabalar ve karşısındakinin iç dünyası ile gerçekten ilgilenmez.
İşte tüm bu duygusal yoksunluk/sınırsızlık ortamında çocuk ebeveynlerinden alamadığını (sevgi, değer, ilgi vb.) kendine vererek aşırı bir telafi içine girer. Bu aşırı telafi hali, kendini üstün görmek, ayrıcalık hak ettiğine inanmak, başkalarının duygusal süreçlerini hesaba katmamak gibi tutumlarla kendini gösterir. Narsistik birey böyle davranarak kusurlu benlik algısını ödünlemeye çalışır.
Madalyonun diğer ucunda bir de kırılgan narsisizm bulunur. Büyüklenmeci narsisizm kadar çok çalışılmayan ancak narsisizmin farklı bir görünümünü yansıtan kırılgan narsisizmde ise üstünlük taslayıcı tavırlar ve dışadönük bir tutum yerine içe dönük ve daha kaygılı, boyun eğen bir tutum görülür. Temeldeki değersizlik ve utanç hislerinden dolayı bu kişiler dışarıdan gelecek olumsuz değerlendirmelere dair o kadar hassastırlar ki bu durumlarla kaçınarak baş etmeye çalışırlar. Kırılgan narsistlerde de aslında büyüklenmeci bir tutum vardır ancak bu tutum daha sessiz sedasız kendini gösterir ve genelde büyüklenmeci fanteziler inkar edilir. Büyüklenmeci narsistler başarısızlıklarını görmezden gelerek, hataların kaynağını dışa atfederek ve/veya başkalarını küçümseyerek özsaygılarını korurlar. Kırılgan narsisizmi olan kişilerde ise böyle koruyucu bir sürecin olmaması onları depresyon ve kaygıya daha yatkın kılar. Ancak bu farklılıklara rağmen temel çekirdek her iki narsistik yapıda da aynıdır; incitici erken dönem yaşantılar, değersizlik hisleri ve kısıtlı empati becerisi.