Tarihsel süreçte şizofreni bedenin kötü ruhlar tarafından ele geçirilmesi ile ilişkilendirilmiş, farklı dönemlerde farklı açıklamalar getirilmiş ve Bleuler (1911) tarafından zihnin bölünmesi olarak tanımlamıştır. Şizofrenin hastalarının damgalanmaya, dışlanmaya, korkulan bireyler olarak ötekileştirilmeye maruz kalmaları şizofreninin ne olduğundan önce ne olmadığını bilmemiz gerektiğine işaret ediyor. Zira ne şizofreni mutlak surette tehlike yaratan bir rahatsızlıktır ne de şizofrenler deli ya da uzak durulması gereken kişilerdir.
Diğer pek çok ruh sağlığı sorununda olduğu gibi şizofreninin gelişiminde de çevresel ve biyolojik etmenler etkileşimsel bir rol oynar. Yapılan çalışmalar birinci derece akrabalarında şizofreni tanısı olanların artmış risk altında olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte tek başına genetik yatkınlığın olması hastalığın gelişimi için yeterli değildir. Toplumda yaygınlığı %1 civarında seyreden bu rahatsızlık, genellikle geç ergenlik-erken yetişkinlik dönemlerinde başlar. Özellikle 18-25 yaş aralığında daha sık ortaya çıkmakla birlikte her yaşta görülebilir.
Belirtiler farklı kategorilerde ve geniş bir yelpazede ortaya çıkar. Kişinin duygulanımı, düşünce süreçleri, algıları, konuşması, hareket ve davranışları ile işlevselliği hastalıktan büyük ölçüde etkilenir. Şizofreninin, Paranoid, Katatonik ve Desorganize olmak üzere 3 alt türü vardır. Paranoid türde şüphecilik, halüsinasyon ve sanrılar öne çıkar, saldırgan davranışlar görülebilir. Katatonik türde harekelerdeki bozulma dikkat çekicidir. Bazen kişi bilinci yerinde olduğu halde çevresel uyaranlara hiç tepki vermeyebilir. Desorganize türde daha çok pozitif belirtiler öne çıkar. Bazı durumlarda tam olarak hiçbir alt türe girmeyen karışık belirtilerden oluşan bir tablo gözlenir, böyle bir durumda farklılaşmış tip şizofreni tanısı konur. Klinik tablo, hastalığın seyri ve tedavi süreci kişiden kişiye farklılık gösterebilir ancak genellikle kronik bir seyir izler.
Şizofreni tanısını koymak her zaman kolay değildir. Şizofreni tanısı altında görülen pek çok belirti diğer ruhsal, fiziksel ya da organik rahatsızlıklarda da görülebildiğinden ayırıcı tanının iyi konulması ve aceleci davranılmaması büyük önem taşır. Şizofreniye ait belirtiler pozitif belirtiler ve negatif belirtiler olmak üzere iki genel başlık altında incelenebilir. Pozitif belirtiler olmaması gerektiği halde görülen özelliklere (halüsinasyonlar ve sanrılar gibi); negatif belirtiler ise sağlıklı bir bireyde olmasını beklediğimiz özelliklerin eksikliğine (örn. konuşmama, tepkisizlik, duygusal küntlük vb.) işaret eder.
Düşünce İçeriği ve Süreçlerinde Bozulma: Gerçekle bağlantıda bozulmaya işaret eden inanç ve düşünceleri kapsar. Örneğin kişi takip edildiğini, kendisine komplo kurulduğunu düşünebilir. Bazen düşüncelerinin başkaları tarafından okunduğuna ya da zihnine sokulduğuna inanabilir. Destekleyen hiçbir kanıt olmamasına rağmen bu inançlarında ısrarcıdır.
Şizofrenin kesinlikle iyileşmeyen bir rahatsızlık olduğuna dair yaygın kanı doğru değildir. Bazı hastalarda tümden belirtilerin ortadan kalktığı ve tekrarlanmadığı tam bir iyileşme hali görülürken bazı hastalarda belirtiler tamamen ortadan kalkmasa da önemli ölçüde azalır, böylece hasta işlevselliğini yeniden kazanarak toplumsal yaşama etkin bir şekilde dönebilir. Bir kısım hastada ise anlamlı bir iyileşme görülmeyebilmektedir. Tedavi süreci kapsayıcı, çok yönlü ve süreğen olmalıdır. Amaç hasta ve yakınlarının eğitilmesi, doğru tedavi protokolleri ile belirtilerin kontrol altına alınması ve nüksün önlenmesidir. Bunun için ilaç tedavisine ek olarak rehabilitasyona yönelik bireysel ve grup çalışmaları, stresin yönetilmesi, beceri eğitimi gibi psikososyal tedavi bileşenlerinden de yararlanmak gerekmektedir. Hastalığın alevlendiği dönemlerde yatarak tedavi uygun olabilmektedir.